Dünyadaki görüntülerin hepsini bir bütün içinde incelememiz mümkün değildir. Eş-zamanlılık ve insan aklının evrensel hislerin bir temsili haline dönüşmesi, olguların iç içe katmanlardan meydana geldiğini bize gösterir ki bu da yaşanılanları oldukça karmaşıklaştırır. Çünkü en küçük ve değersiz dahi olsa bağımsız gibi görünen her olgunun niceliği ve önemi yaşantıların bütününden değil onu yaşayan insanın yine parçaları birleştirme kaygısında gizlidir. Metropollerin de yapısı itibariyle kendi içinde çalışan mekanizmaları sayesinde içinde yaşanılması zorunlu parçalardan meydana geldiğini görebiliriz. Ve bunun varlığı realiteden düşlerin dünyasına rahatça geçebildiğimiz küçük yerleşim yerlerine göre rahatça hissedilebilir.
Köyün ve metropolün birbirlerine iki ayrı olgu olarak yaklaşılması bu iki alanın sürekli tek yanlı dayatmalarına tanık olmamıza sebep olur. Bu da bizi, iki yüz yıl öncesinden beri görülmeye başlanılan gerilimin tekrarlanmasından başka bir sonuca götürmez. İki alanın varlığının ilk başta çatışma olarak algılanabilecek konumları ve hissiyatı, günümüzde sadece onların egoist benlik altında erimesine yol açar. Ancak her iki tarafın da varlığı kabul edilerek aralarındaki etkiden esinle var olan düşünce, gerçeklik ile düşün birbirine dokunmadan kendi güçlerini ilan edebilecekleri bir alana dönüşür.
Azime Sarıtoprak’ın çalışmalarını da bu alanın birebir deneyimleyeni olarak görebiliriz. Resimde yer alan birbirine bağlantılı çok sayıda figürlerin yarattığı karmaşa ve bu figürlerin dünya-dışı yaratıklar ve anti-natüralist renklerle dışavuruma yaklaşması her iki olgunun da birbirini rahatça göstermesine sebep olur. Bu iki olgu, sanatçının hissiyatında birleşir. Nitekim bu birleşimin içinde figürler ve lekeler kendi başlarına hareket halindedirler. Sanatçının biçime müdehalesi çok azdır. Ve çoğu kez lekelerin, estetik görünümde, figürlerin içsel hareketlerinde ve mimiklerinde tuval üzerine kendi iradelerini yansıttığını görürüz. Özellikle büyük tuvallerdeki en küçük ayrıntının bile, içinde bulunduğu manzaralardan ne biçim ne de ifade olarak ayrılmaması bunları tümleyen bir şeylerin varolduğunu akla getirir. Bunu kağıt işlerde ve tuvallerde görebilmek zor değildir. Renklerin canlılığı ve bordo, mor, sarı, yeşil, mavi kullanımıyla oluşturulmuş kompozisyon mutluluk ideası üzerinde bütünleşir.
Çoğulcu çözümlemenin dramatik alanda bir sonuca ulaşması yerine mutluluk içinde gelişmesi ilginçtir. Bu noktada Azime Sarıtoprak’ın çalışmalarının bir dönüşüm barındırdığını söyleyebiliriz. Japon anime ustası Hayao Miyazaki’nin filmlerinde görülen hayali ve yerel mekanlar, bu mekan içinde hisleriyle ve yaşadıklarıyla bir kişiliğe bürünen kız karakterlerin olgun bir şekilde sona ulaşması ve tüm bunlara başından sonuna dek çocuğun doğa gözlemi sonucunda ürettiği hayal dünyasının yüce çözümlerinin eşlik etmesi hiçbir kaotik durumu akla getirmez. Gelişen dramatik olaylarda bile mutluluğu ve saflığı hatırlatacak karelerden vazgeçilmemesi Azime Sarıtoprak’ın köy, metropol ve öteki ilişkisi gibi bir durumu aktarırken Miyazaki filmleriyle hangi konuda işbirliği yaptığını gösterir. Bu işbirliği sayesinde sanatçının çalışmaları hem şehrin fark ettirici niteliği ile şehir dışı yaşamın içe hitap eden ve şimdilerde özlemlerimiz içinde andığımız sıcaklığı birleşir. Bu sadece içtenlik ve onun nesneleriyle görünür hale getirilir. Çeşitli yaratıkların ve fırçanın süregelen hareketiyle engeller kaldırılır. Dolayısıyla güncel yaşamda bağlı kalınabilen her türlü araca ve alana rağmen refleks olarak gelişen yaşanılan mekandan soğuma –içe kapanma- problemi dönüşüme uğrar: Uzaklaşma eylemiyle değil serginin isminden de anlaşılacağı üzere yakınlaştırma eylemiyle serbestliğin sunumu gerçekleştirilmiş olur.
Oğuz Alp Dedeoğlu