SABAHAT ÇIKINTAŞ İLE RÖPORTAJ

s_cikintasOĞUZ ALP DEDEOĞLU:  Resme başlama sürecinizden behsedermisiniz?

SABAHAT ÇIKINTAŞ: Ben alternatif sanat eğitiminden donanımlı sanatçıyım. 1991 yılında değerli hocam Yusuf Taktak’ın önerisiyle (Cihangir’de oturduğum apartmanda komşumdu.) Onun kurduğu Atölye Üçgen’de resme başladım. Bunun öncesinde evde kendiliğimden resimler yapıyordum. Bilinçsizce resmin plastik değerlerinden bihaber olarak… Çok daha öncesine gidersem orta ve lise öğrenimimde tembel bir öğrenciydim ama resimden o zamanki not değerlerine göre en yüksek notu alırdım. Hatta okullar arası yarışmalarda birincilik ödülüm bile var hala saklarım. Elbette 1991 yılından 2012 yılı arasındaki süreçte çok şey değişti. Hiç olmadığım kadar büyük bir değişime uğradım. Bu değişimim ve yapılanmamın yolu resim yaparak, çok çalışarak ve kendime inanarak sanatın önemini idrak ederek geçti ve devam ediyor. Yaşadığım sürece devam edecek. Çünkü sanat çok önemli bir olgudur.

Atölyede sizi bağlayan ve soyutlama ile sanatta ilerlemenizi sağlayan olaylardan bahsedermisiniz?

Sanat başlı başına bir bütün ve içerdiği  şeylerden biri de yaşamın ta kendisi bence. Atölye Üçgen’deki çalışmalarımdan profesyonel tek başıma atölyeme geçtiğimde soyut sürece çoktan geçilmişti. Bir sadelik, renk ve biçim meselem vardı. Gözlemleyerek, deneyerek bir önceki resimdeki değerleri sonraya sonraki değerleri daha sonraya taşıyarak, tual yüzeyini sorgulayarak sürekli  ne yapabilirim, nasıl yapabilirim sorularıyla kavrularak çalışıyorsunuz ve bir an geliyor sorularınız  yüzey üzerine cevabını buluvermiş. Aradığınızı bulana kadar devam ediyorsunuz ama tabi ki yaşanılan tecrübeler bunun hep içinde…

Hem renk kullanımızda hem nesneyi işleyişiniz açısından Resimlerinizde minimal bir görüntü var. Önce rengi sormak istiyorum. Renk seçimlerinde sürece göre diğer işlerinizden (Kırmızılardan) bağımsız mı hareket ediyorsunuz?

Sanat yaşamı fazlasıyla içerir demiştim. Yaşadıklarım, gördüklerim, etkileşimlerim vs. tümü bende fark etsem de etmesem de etkisini üzerimde bırakıyor. Bu nedenle renk seçimlerim birbirine bağlı değil sanıyorum. Örneğin kırmızı serimde bende hiç olmadığı kadar büyük  bir enerji patlaması oldu. Çünkü yaşadığımız dünyada sosyo-ekonomik, kültürel vs. büyük bir patlama var. Kırmız rengin içinde barındırdığı birçok

anlamı var aynı zamanda çok baskın bir renk. Şimdiye kadar kırmızıyı yok denecek kadar az kullanırdım. Ne oldu da tüm resimlerim seri olarak kırmızıya bulandı. Bununla ilgili kendi notlarımda şöyle

bir son satır cümle var: “Kanıyorum…” Elbette çok etkilendiğim durumlar söz konusu, paletim hep kırmızıya kaçtı. “Az’dan Çok” serisinde de bu kez tamamen kırmızıyı terk ettiğimi görüyorum. Morların mavilerin

karışımı tinsel ağır duyguları çağrıştırıyor, içsel arınmaya giderek bunu resim yoluyla az renk az biçimle maviler morlar olarak yüzeye taşımışım. Yalınlık her zaman ilgimi çekmiş, onun peşinde koşmuşumdur.

“Bağıntı-lar” ve ” Az’dan çok ” serileriniz “ilişki ” ve “düzen” kavramlarını akla getiriyor. Bu kavramlar gördüklerinizi mi yoksa görmek istediklerinizi mi temsil ediyor?

İlişki ve düzen ile  ilgili… Sanat da sanki bunun üzerine kurulu değil mi? Her resim ögeleri ilişki ve düzeni içermez mi? V e bu bütüne giden yol değil mi? Elbetteki sanatçı bir şeyler işaret eder; o da bence gördüklerimizin sentezinden yapılanmak ve görmek istediklerimizle geleceği işaret etmek sanıyorum.

Fuarda bizzat tanık olduğum için soruyorum. Minik tualler üzerine yaptığınız kolaj çalışmalara ilgi büyüktü. O çalışmalarınızın yapım aşamasından bahseder misiniz?

Evet onlar en yeni işlerimden. Ama çok uzun süren bir olgunlaşma evresi geçirdi bu çalışma. Tek parça küçük tualler sonunda büyük bir bütün oluşturdu. Elbette kesip  biçim vermeyle yoğruldu ve çabam kolajda da renk ve biçimi yine en aza indirmeydi. Kolajda da bunu göstermek istedim.

Son serginiz “Arka Oda”da ise bambaşka bir konu üzerine eğiliyorsunuz. Bu sergi fikrinin oluşum sürecinden bahseder misiniz?

Tabi… Resimlerime analitik bir bakış açısıyla baktığım ve böyle yaptığım için bu kez de resim yapma eylemini de dahil ederek sorguladığım bir durum. Elbette bu sorgular hep devam edecek. Bu sergim ilk bakışta bambaşka bir konu gibi algılansa da yaptığım işten hiç bağımsız değil, tam tersi içinde bir durum. Resim yapma eylemimin içinde saklı olan, aslında sergimin de başlığından anlaşılacağı gibi bir “ARKA ODA”dır: Görünmeyen, göz ardı ettiğimiz, önemsemediğimiz yerdir yalnız her yapıtın bir arka odası vardır. Bu bağlamda; Resim yapma eylemimde oluşturduğum kareleri maskeleme bandıyla boyarken, her boyama işlemi bittiğinde bantları karelerden ayırdığımda ve hiç önemsemeden duvara yapıştırdığımda, bantların o halleri her zaman dikkatimi çekmişti. Kendiliğinden oluveren doğal görselliği bu kez büyüteç altına almaya karar verdim. Buradan yola çıkarak, bantlarda her defasında boyadığım karelerden her fırça darbesinden bulaşan boyaları, o yakalayamadığımız göremediğimiz AN-LAR olarak kabul ettim. Bu göstergeyle birlikte değişim-dönüşüm ve zaman kavramı her zaman ilgi alanım olduğundan bunları nasıl bir değişimle tekrar var edebilirim düşüncesiyle devam ettim. Her resmimin içine dahil olan sonra da çıkan bantları saklamaya başladım. Böylelikle projem başlamış oldu.

Sergide kullandığınız malzemeler de ayrı bir önem kazanıyor, ne tür malzemeler bunlar?

Her şey doğallığında dahil oldu. Yukarıda bahsettiğim gibi önce
bantları saklamak için onları çok önemseyerek onları adete bir anı nesnesi gibi paketleme naylonu üzerine tek tek itinayla korumaya aldım. Fotoğrafladım. Her resim bittiğinde bu uygulamayı sürdürdüm. Böylece paketleme naylonu da dahil olmuştu. Bu şekilde iki yıl içinde bunları biriktirdim. Daha sonra dönüştürme sürecim başladı. Bu kez tekrar naylonlardan sökmeye ve onları sanat nesnesi olarak hayata geçirmek üzere çalıştım. Böylece durumlarını artık önemsenmeden sürdürmek değil, sanat nesnesi olarak sonsuza kadar sürdürmek olacaktı. Naylonları kullanmak benim için çok yeni değildi 1996 yılında da bu malzeme üzerine işler üretmiştim. Bu bağlantıyla bu ürettiklerim de o zaman dilimime göndermelerde bulunacaktı. Yaptığım işleri uzun yıllar pleksi kutu içinde sunmuştum. Burada da pileksi bildiğim yabancı olmadığım bir malzemeydi. Bantlarla olan işlerimi pileksi ile kutuladım. Bunlar pileksiyle farklı bir yansımayla sergime dahil olacaktı. Bantların en ufak bir parçası bile açığa alınmadı bu eylemde o zamanda ne varsa hepsi dahil oldu. Böylece naylonlar da zaman içinde kutu içinde yer aldı ve kutu da içeriğe dahil oldu. Ve bu kutudaki özellikle boş olarak bıraktığım alan arka oda, uzamda dördüncü boyut diye bilinen zamanı, alanı kutulara bölünmüş galeri mekanının zaman dilimiyle birleştirmek istedim: Sanatçı, imgelediği ARKA ODA’sını galerinin zaman dilimiyle birleştirerek geçmişden bir oda dahil edecekti. Bantların fotoğraflanmış anlık durumları ise karanlıkta duvara projeksiyonla yansıtılarak galeri arka odasında misafir olacaktı.

Sergideki her şeyin bütünsellik içinde olmasına dair bir titizliğiniz var, bu sefer somut bir şekilde kendinizi de bunun içerisine ortak etme düşüncesindesiniz sanırım?

Bu sergimde dediğim gibi geçmiş anları, zaman kavramında ARKA ODA diye tanımlıyorum. Bu kez çok eski yıllara giderek resim yapma eylemimde geçmişden bir ARKA ODA’yı daha sergime taşıyorum. Bu, 1991-2003 yılları arasında (Sevgili Hocam Yusuf Taktak’ın kurduğu Atölye Üçgen’de) üzerinde sürekli resim yaptığım ve her zaman koruma altına aldığım, sakladığım, resim yapma eylemimin o anlarının izlerini de sergime dahil ederek bu güne taşımakla da hem bir heyecan hem bir burukluk da yaşıyorum. Evet, sergimde bir bütünsellik söz konusu; galeri mekanı içine ben de dahil olarak bir bütün teşkil edilecek. Galeride giyeceğim giysi, iki yıldır sakladığım paketleme naylonundan oluşuyor. Bu naylonun üzerinde bantların her durumunun fotoğrafları ve renk aramalarımda eskiz fırça darbelerinden oluşan 2011-2012 yılına ait kendiliğinden görsel kâğıt parçaları var. Aslında bu giysi geçmiş, şimdi ve geleceği birlikte taşıdığım bir giysi haline dönüşüyor. Sonuçta bu sergimde sanat için atılan her bir çizginin zamansızlığına da işaret ediyorum. Zaman kavramı içinde, değişim ve dönüşümde de bazen dönüp arka odalara bakmak gerektiğini vurgulamak istedim.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir