Çizgi İnsan Aklının Soyutlamasıdır

Röportaj: Dolunay May

Sanata olan ilginizin edebiyat ile başlayıp lise çağında resim alanında yoğunlaşarak Akademiye girişinizle birlikte bugün tanıdığımız ressam Devrim Erbil meydana getirdiğini biliyoruz. Edebiyatçı yanınızın resimlerinize olan etkilerinden bahseder misiniz?
Öncelikle edebiyata olan eğilimim, sanatıma yansımasından öte bir kişiliğin gelişim hikayesidir. Bilindiği gibi 5-6 yaşlar insanın kimliğinin oluşmaya başladığı dönemlerdir. Bu yaşlardan sonra ekleyeceğiniz her özellik bu kişiliğin üzerine diktiğiniz bir yamadır. Okula başlayıp, okuma-yazmayı öğrenmeye başladığım dönemde, içimdeki bir takım duyarlıklar ön plana çıkmaya başladı, şiir kitaplarına, öykü kitaplarına karşı fazlasıyla ilgi duymaya başladım. Edebiyatla ilk tanıştığım bu dönem, sözcüklerin yan yana kurulduğu, insanın iç dünyasını açımladığını hissettiği bir dünya ile karşılaşma anıdır. Tabi bu günümüz çocuğunun yaşamayacağı bir deneyimdir ki bunu olumsuz anlamda söylemiyorum. Televizyon başta olmak üzere günümüzün diğer iletişim araçları özellikle görsel sanatlara etkisi bakımından, çocuklara dolaysız görsel bir dünyanın olanaklarını sunmaktadır. Bu anlamda günümüz çocuğu sanatın her alanındaki kaynaklara ulaşabilmekte, dünyanın bir ucundaki sergileri, müzeleri evinden , oralara gitmek zorunda kalmadan takip edebilmektedir. Bu teknolojik imkanların yanında, günümüz aileleri çocukları ile birlikte sanat olaylarını takip edebilmekte, sergileri, sanat fuarlarını hep birlikte gezebilmektedir. Kısaca günümüzde bir çocuğunun kimliğinin oluşmasında, kendi iç dünyasını keşfetmesi konusunda eskiye göre büyük avantajlara sahip. Bu avantajlar aynı zamanda çocuğun hayal gücünü genişletmesinde büyük olanaklar sağlarken, yaratıcılığın da itici gücünün oluşturmaktadır. Benim çocukluğum yani bundan 70 yıl öncesinden bahsedersek, imkanların çok kısıtlı olduğu, var olan her şeyi yeniden keşfettiğiniz bir dönemi anmış oluruz. Bırakın çocuklar için olan yayınları, yetişkinler için bile kaynakların çok yetersiz olduğu bir dönemdir. Akademide hocam olan Bedri Rahmi (Eyüboğlu) ile bir sohbetimizde “Ben Akademiden mezun olana dek sadece iki tane renkli resim görebildim, biri Van Gogh’un Postallar’ı diğeri ise Gauguin’in bir resmiydi” demişti. Bu söz, o dönemlerde, özellikle sanat alanında kaynakların ne kadar kısıtlı olduğunu çok iyi örnekler. Bu nedenlerle benim çocukluğum görsel sanatlarla temasın çok zor hatta imkansız olduğu bir dönemde geçti. Çocukluk dönemimde, görsel sanatlarla ilgili hatırladığım tek nokta çok güzel haritalar çizdiğimdir. Görsel sanatlara karşı bir yeteneğimin olduğunu keşfedebileceğim bir ortam mevcut değildi. Belki de bu konuda bir duyarlığa sahip olduğumu hissedebileceğim tek alan, dikiş-nakış hocalığı yapan annemin kumaşlara işlediği motiflere, yazılara gösterdiğim ilgidir.

İstanbul, Ayasofya – Sarı, 2014, tuval üzerine karışık teknik, 90x180cm

Kitap okuyabilmeye başladığım anda, kelimelerin o gizemli, büyülü dünyası beni kendisine çekti. Bir süre sonra şiirler, öyküler yazmaya, kompozisyon yarışmalarına katılmaya, bu alanda ödüller kazanmaya başladım. Örneğin benim için önemli bir anı olarak, ilkokul son sınıfta, coğrafya hocamız bizden İtalya’yı anlatmamızı istemişti. Ben İtalya hakkında araştırma yapıp, bilgiler topladıktan sonra İtalya’yı bir hikaye şeklinde yazmıştım. O dönemler arkadaşlarımı etrafıma toplar, onlara hayali öyküler anlatırdım, onlar da ilgiyle dinlerdi. Hayal gücümdeki gelişimi, o dönemdeki hikaye seven, şiir seven yanıma borçluyum. Ortaokul döneminde, branş dersleri hocalarıyla tanışmam bu konuda daha önemli kırılmalar yarattı. Bu hocaların en önemlilerinden biri, resimlerini hayranlıkla da izlediğim Sırrı Özbay’dır. Beni ilk keşfeden, sanatıma ilk yön veren bu hocalar, özellikle de Sırrı Özbay’dır. Kendisi çok az bilinse de Sırrı Özbay’ın Türk resim tarihi içinde çok önemli bir yeri olduğuna inanıyorum. Sırrı Özbay, Adnan Turani’nin de çok yakından tanıdığı bir sanatçıdır. İkisi aynı okulda resim öğretmenliği yapmıştır. Adnan Turani, Türk Resim tarihi ile ilgili kaleme aldığı bir kitabı ile ilgili benimle görüştüğünde kitabına mutlaka Sırrı Özbay’ın eserlerine de yer vereceğini, fütürizmi ülkemizde ilk uygulayan sanatçı olarak Sırrı Özbay’a değinilmeden Türk Resim Tarihinden bahsetmenin eksik kalacağını aktarmıştır. Sırrı Özbay’ın okul yıllarımda bana olan tavsiyelerinin yanında, tanıştığım ilk sanatçı kimliği olarak benim sanatımda önemli etkiye sahiptir. Sırrı Özbay ilginç bir kişiydi. Naif, içe kapanık, genelde hüzünlü, yalnız bir kişiydi. Sonraları öğrendiğim kadarıyla geçmişinde yaşadığı hüzünlü bir aşk hikayesi nedeniyle bu hali almıştı. Sırrı Özbay’ı anınca bahsetmeden geçemeyeceğim bir hikayede, hep cebinde taşıdığı bir gazete kupürüdür. İsmail Hakkı Baltacıoğlu o dönemin en önemli sanat yazarlarından biriydi. Sırrı Özbay’ın cebinde taşıdığı bu gazete kupürünün başlığı şu şekildeydi “Talihi gür ressam Bedri Rahmi, talihi kör ressam Sırrı Özbay”. Bedri Rahmi de bahsettiğim gibi çok yakından tanıma fırsatını yakaladığım bir sanatçıdır, benim hocamdır, Akademide 20 yıla yakın öğrencilik ve asistanlık dönemlerim dahil olmak üzere birlikte geçmiştir.
Benim Akademideki öğrencilik yıllarımda Türkiye’de sanat eğitimi veren iki kurum vardı, biri şimdiki adıyla Mimar Sinan (Güzel Sanatlar Üniversitesi), diğeri ise Gazi Eğitim (Enstitüsü)dir. Anadolu’da yaşayan, sanata eğilim olan öğrenciler Gazi Eğitim’e, İstanbul’da yaşayan veya Anadolu’da yaşayıp varlıklı ailelerden gelen çocuklar Akademi’ye giderlerdi. Benim lisede iyice belirginleşen sanata olan düşkünlüğüm ve bir diğer önemli resim öğretmenim İrfan Yılmaz’ın bana olan ilgisi sayesinde lisede sergiler açmaya başladım. Bunların en önemlisi, 60 yıllık sanat hayatımın başlangıcı olarak saydığım Sırrı Özbay’ın desteği ile lise son sınıfta açtığım sergidir. İsimlerini saydığım öğretmenlerimin etkili yönlendirmeleriyle, diploma notumla birçok önemli kuruma girebilecekken Akademiye kayıt oldum. Lisede şanslı olarak aldığım, mantık, sanat tarihi, felsefe dersleri Akademi’deki eğitimimde ve devamındaki Akademik kariyerimde önemli avantajlar sağlamıştır.
Sorunuzun biraz dışına da çıktım ama sorunuzla ilişkili olarak söylemeliyim ki, okul çağlarımda sadece benim yaşadığım çevrede değil her yerde edebiyat şimdikinden yaygındı ve oldukça ilgi görüyordu. Örneğin birçok şair, ozan, yazar ülkenin farklı şehirlerini dolaşır, edebiyat matineleri yaparlardı. Ben Bedri Rahmi (Eyüboğlu)’yi Akademi’den önce bu edebiyat matinelerinde tanıdım. Aynı dönemin edebiyat dergileri halk arasında çok popülerdi. Hatırlarım trenin istasyona gelme saatini takip eder, bu trenle gelecek edebiyat dergilerinin, gazetecilere geleceği saati heyecanla beklerdik. Kısaca o dönem sanatı tırnaklarınızla, söke söke takip ediyor, ulaşmaya çalışıyordunuz. Arkadaşlarla edebiyat konuşur, Kafka’yı tartışırdık. O dönem okuduğum Balıkesir Lisesi, çok iyi eğitim veren, hocaları Avrupa’da eğitim almış, önemli bir liseydi. Bu nedenle o dönem bu okulda eğitim alan önemli, değerli ve şanslı bir kuşak yetişti.
Resimlerim bir hikayeyi barındırsa da, resimlerime, özellikle İstanbul resimlerime bu anlamda kattığım asıl etki şiirdir. Bu konu daha önce de “Devrim Erbil, Resmin Şairi” isimli belgesele de konu olmuştur. O belgeselde de söylediğim gibi her zaman içimde şiir yazma isteği olmuştur. Ama resim beni öyle bir alıp kendine çekmiştir ki, bir sanattan öte bir dünyayı anlama, kavrama meselesine dönüşmüştür.

IMG_7781

Devrim Erbil ve Dolunay May

Çocukluk dönemlerinizden günümüze ulaşan resimleri incelediğimizde, günümüzde ürettiğiniz resimlerle özellikle çizginin kullanımı bağlamında derin paralellikler taşıdığına şahit oluyoruz. Bu anlamda çizginin sizin sanatınızdaki kavramsal ve plastik öneminden bahseder misiniz?
Görsel sanatlarla ilgili ilk uğraşım renkli çini mürekkepleriyle çizdiğim desenlerdir, tıpkı primitif insanın sanata yönelik ilk uğraşı olarak bakabileceğimiz, bir kayaya, daha sert bir kayayla bıraktığı izlerdir. Bu izler bir çizgi, tıpkı bizlerin kalemle, fırçayla yaptığımız gibi bir enerjinin aktarımıdır aynı zamanda. Çizgiyle bir çırpıda bir dünya yaratabilirsiniz, bu anlamda çizginin inanılmaz bir gücü vardır. Çizgi ilerleyen dönemde, örneğin Rönesans’ta ikinci planda kalarak, yerini renge bırakırken, sadece eskizlerde kalmışken, özellikle 20.yy. da önemi tekrar keşfedilerek, dönemin sanatçıları tarafından önemsenen bir şekilde yine kullanılmaya başlanmıştır. Çizgi yine farklı kültürler için bambaşka anlamlar ifade etmektedir, örneğin Çin Sanatı’nda, yazı ile bağlantılı olarak Hat Sanatı’nda, minyatürde çizginin önemini görmezden gelemezsiniz. Sanatın farklı dönemlerinde, fiziksel yapı elemanları olarak ele alabileceğimiz bazı unsurlar öne çıkmıştır. Gerçeği yakalamanın önemli olduğu bir dönemde, doğada olmayan çizgi yerine resmin başka unsurları öne çıkmıştır. Çizgi insan aklının bir soyutlamasıdır. Rengin öne çıktığı bir dönemde çizgi yalnızca desende hayat bulabilmiştir. Teknik anlamda desen, renk kullanılmadan yapılan resim, kısaca aynı cinsten olanların bir araya getirildiği, farklı olanların dışlandığı bir yaklaşımdır. Teknik olarak baktığımızda çizgi de renk gibi , ışık gibi resmin fiziksel, temel yapı elemanıdır. Ben çizginin önemini çok erken dönemlerde, sezgisel bir güçle yakaladım. Tüm sanat hayatım boyunca, erken yakaladığım bu üslubun avantajını yaşadım. Bu anlamda insanın fiziksel özelliklerini belirleyen genetik kodlarında olduğu gibi kültürel eğilimlerin de, genetik kodlarda saklı olarak nesilden nesile aktarıldığına inanıyorum. Bahsettiğim kültürel genler, Anadolu’da yaşamış birkaç kuşak değil, bu topraklarda binlerce yıl boyunca yaşamış onlarca farklı kültürün bizlere aktarımıdır. Nasıl farklı fiziksel genlerin birleşimlerden güzel görünümlü bireyler meydana gelirse, farklı kültürlerin çatışmasından, buluşmasından uygarlığın seçkin kültürlerinin oluşmasına olanak doğmuştur. Bu anlamda Anadolu’da yaşayan, bu topraklarda doğmuş bir insan olarak kendimi şanslı hissediyor, bu kültürlerin mirasçısı olarak mutlu oluyorum. Ayrıca çizgiye, yazı yazmak anlamında da düşkünüm ve yazının güzel şekilde ortaya konmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Öğrencilik yıllarımdaki defterlerim son derece özenli, daktilo yazısını aratmayacak titizliktedir. Derste öğretmenlerimin anlattıklarını not alır bu notları daha sonra defterlerime özenli bir şekilde aktarırdım, yine klasik kitapları okur defterlerime notlar alırdım. Okuma yazmayı öğrenmemle başlayan süreçte yazılarda başlayan çizgi daha sonra renkli çini mürekkepleri kurulmuş yeni dünyalara en nihayetinde de resimlerime dönüşmüştür. Sezilerimle kurduğum bu dünyanın kökeninde yine bahsettiğim kültürel kodlar olduğunu düşünüyorum, belki bununla ilgili bilimsel çalışmalar yakın gelecekte daha etkin hale gelecek, kültürel genlerin insan hayatındaki yerine yönelik bilimsel kanıtlara ulaşılacaktır.

Kübizmle birlikte, bugün alışık olduğumuz resimsel bakışa evirilen , doğanın, nesnelerin insan gözünün gördüğü şekliyle değil de, birden fazla açıdan oluşan görünün resim yüzeyinde yeniden inşa edilmesine yönelik plastik yaklaşımın temeli Cezanne’ın resmi tuvale aktarma sürecinde sürekli yer değiştirerek, resmedeceği konuyu farklı açılardan görmeye çalışan bir yöntemdir. Sizin resimlerinizde de belirgin şekilde gözlenebilen çok boyutlu yapısal yöntemin temeli, çocukluğunuzda boynunuzda yaşadığınız ciddi problemin, o ,farklı açılardan bakabilmeyi kısıtlayan günlerde kavranmaya başladığını söyleyebilir miyiz?
Altı yaşımdayken boynumda yaşadığım ciddi bir problem nedeniyle ameliyat geçirdim. Milyonda bir rastlanan bir rahatsızlık olarak boyun sinirlerindeki bir sorun nedeniyle boynumu, dolayısıyla başımı çeviremiyor, ancak tüm vücudumu kullanarak bakış yönümü değiştirebiliyordum. O dönemin kısıtlı teknolojilerine rağmen başarılı bir ameliyatla bu hastalıktan kurutuldum. Ama bu sorun nedeniyle ve ameliyat süresince, sonrasında çok acılar yaşadım. Bu sorun nedeniyle yaşadıklarımın bana, sanatımda farklı alanlarda, kişilik özellikleri olarak etki edeceğini, içe kapanık, dış dünyadan uzak, hüzünlü bir kişi haline getireceğini düşünmüşümdür. Bu sorunun resimlerime yansımalarını benim gözlemlemem imkansız, bunu benim dışımda, belki bilimsel olarak inceleyecek bir uzman söyleyebilir. Ama yaşadığım bu sorunun beni sanata sevk ettiğini rahatlıkla söyleyebilirim.

Çok üretken de bir sanatçısınız.
Ben Akademideyken, asistanlık sınavları üç ay sürerdi, kalabalık bir aday gurubu olur, bu üç ay boyunca her elemede birileri elenir, sayı gittikçe azalırdı. Akademi çok önemli bir kurumdu, bir sanatçının sanatçı olarak hayatına devam edebilmesi için Akademide, Akademik bir kariyere devam etmesi şarttı. Ben Akademide üç hocaya asistanlık yaptım, Bedri Rahmi, Cevat Tollu ve Cevat Dereli. Bu hocaların derslerine yardımcı olurdum, üç atölye ve galeri ile ilgilenirdim. Tüm konferanslara hocalarım beni yollarlardı, konferansları ben verir olmuştum. Unesco Milli Komisyonu dahilinde her hafta yurdun çeşitli şehirlerine konferanslara, araştırmalara gidiyordum. Bu çalışmalar kapsamında sadece görsel sanatlarda değil, bale, opera gibi diğer sanat alanlarından ortak çalışmalar yapılıyor, tüm bu çalışmaların hepsinde görevlendiriliyordum. Bu alanlarda Akademiyi temsil eden hep ben oluyordum. Benim de yoğun girişimlerimle üç ayda bir yayınlanan Akademi sanat dergisini çıkarıyorduk, bu beklide Akademinin yaptığı en önemli şeylerdendir. Bu dergi için yoğun uğraşlar verdim. Bir yandan da sanatımı yapıyordum. Sanatım dışında yapmak zorunda olduğum işleri yapıp, bir yandan da sanatımı icra edebilmek için günde 3-4 saatim yollarda geçiyor, geceleri gelip sabahlara kadar resimlerimi yapıyordum. Tüm bunların yanında aile hayatım, bakmak zorunda olduğum insanlar, evliliklerim, fırtınalı özel hayatım… Bunların yanında biliyorsunuz bir dönem görev verildi, müzecilik yaptım. Kısaca 4-5 beş kişinin yapabileceği işleri tüm hayatım boyunca tek başıma yapmak zorunda kaldım. Hayatımı kazanmak için yıllarca Bedri Rahmi’nin yanında mozaik çalışmaları yaptım, İzmir, Balıkesir fuarlarında pavyonlarının yapımlarına katıldım, sergileme alanlarını düzenledim, boyamalar, dekorlar yaptım. Öğrencilik yıllarımda, tatillerde demiryollarında işçilik yaptım. Bu nedenlerle istediğim kadar kitap okuyamamış, dilediğim şeyleri yazamamışımdır da. Bu nedenlerle ben hayatım boyunca hep ürettim, hiç boş durmadım, duramadım, sadece sanatın sanatçı yanında değil, Akademisyen, yönetici, hoca, konferanslarda konuşmacı gibi hep bir yoğunluk içerisinde oldum. Tüm bu yaşadıklarım beni üreten, güçlü, tüm zorluklara göğüs gerebilen, dik durabilen bir insan yapmıştır. Yaşınız ilerledikçe de bu hayat bir yarışma ise, artık son yıllarınızı koşarak, daha çok üretmek için daha az zamanınızın kaldığı fikriyle daha hızlı koşmak, depara kalkmak gerektiğini düşünüyor, daha etkin şekilde üretmeye devam ediyorsunuz. Tabi bu işlere resimlerim, halılarım, baskılarım tüm üretimlerim, vakıf çalışmalarım, müze çalışmalarım da dahildir. Bu çalışmalarım olmasa, ben de daha sakin bir sanatçı hayatı yaşayabilir, kendime daha fazla vakit ayırabilirdim. Ama rahat sanatçının kurdudur, içini kemirir.

17 Temmuz’da Mine Sanat Bodrum Palmarina Galerisi’nde açılışı yapılacak olan kişisel serginizde, bu sergiye özel olarak hazırladığınız Bodrum temalı resimler de olacak.
İstanbul temalı resimlerim benim için çok özel. İstanbul resimlerim sadece Türkiye’de değil, ülke dışından sanat izleyicilerinin beğeniyle takip ve talep ettikleri bir seri. Şehir olarak İstanbul’dan vazgeçebilmem ne kadar zor ise başka bir şehri resimlerimde konu edinen resim yapmak da o kadar sıra dışı. Benim için İstanbul’un anlamı söylediğim gibi çok derin, burada bu anlamı ifade edebilmeye sayfalar yetmez. Bodrum da yıllardır gidip geldiğim ama bahsettiğim gibi yoğun bir tempoda geçen hayatım nedeniyle her yaz gelip uzun zaman geçirebildiğim bir yer değil ama benim için anlamı çok büyük. Geçtiğimiz yıl Bodrum’dan bir çiftlik edinip, orayı atölyeye dönüştürdüm. Önümüzdeki dönemlerde Bodrum’da daha fazla zaman geçireceğim. Bodrum’da geçireceğim zamanın artışı şehir olarak Bodrum hakkında daha derin düşüncelere, daha anlamlı yönlere evrilecek, Bodrum konulu resimlerimin sayısını arttıracaktır. Ama söyleyebilirim ki, izleyiciler daha önce görmedikleri Bodrum konulu resimlerimle bu sergide karşılaşacaklar.

Suadiye, 25 Haziran 2015

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir