BERİL ANILANMERT SERAMİĞİNDE UZAMIN SÖZLERİ

Mine Sanat Galerisi’nin Avrupa mekanında Seramik Sanatı Onur ödülü sahibi ve Uluslararası Seramik Akademisi üyesi seramik sanatçılarımızdan Beril Anılanmert’in retrospektif nitelikteki bir sergisi gerçekleşiyor. 17 Mart – 30 Nisan tarihleri arasında izlenebilecek sergide sanatçının 1990-2011 yılları arasında ürettiği Anima, Habitat, Siyah-Beyaz, Dönüşüm, Zıtlık ve Kod5205 serilerinden farklı temalarda seramik soyutlamalarına yer verilecek. Anılanmert’in, Türkiye’de ve yurtdışında tematik sergilere katılımlarını dikkate aldığımızda sergide birden çok seriden örneklerin olması, seramiklerinin tematik süreçlerine yakından tanık olmamız açısından heyecan vericidir. Sanatçının seramikleri ilk önce toprağın zaman ve mekanın katılımıyla varolan evrensel tanımını içinde taşıyarak çağdaş anlatım biçimlerine çıkış yolu arar. Ve bulduğu zincirden çözülerek uzama yayılır. Dolayısıyla beslendiği toprağın yaratısı olan seramiğin doğa ve insanla giriştiği süreç önemlidir. Bu sürecin üzerinde biraz durmamız gerekir. Seramik, insanın toprağa söyledikleriydi; günümüz soyut seramiği ise üzerinde yaşadığımız toprağın biçimlenişinde güncel yaşamın getirilerini ve problemlerini “gösteren” hale getirendir. Dolayısıyla seramik, sanat tarihi sürecinde doğa ve özne arasındaki muhabbetin en iyi yansımalarını görebileceğimiz disiplin gerektiren bir sanat türüdür.

Primitif döneme ait topraktan yapılmış bir kabın karşısında hissettiklerimiz sadece o zamanın insanın elinin değdiği bir şeyin görünümünden ibaret değildir. Elin ait olduğu vücut, tanık olmadığımız bilmediğimiz ve yaşamadığımız doğanın bir parçasıdır. Bu bilmediğimiz doğada parça olan vücudun, kendisini tamamlama sürecini, doğadan alıntıladığı görüntüler ile hayalgücünü yaşam ve ölüm sentezinden geçirerek tamamlamaya çalıştığı Orta Asya, Mısır, Anadolu, Antik yunan seramik kap kacaklarına bakılarak görülebilir. Bu kültürlere ait örneklerde kült, inanç kaygısının olduğu görülebilir. Dolayısıyla parça olan vücudun ait olduğu külte kendisini kabul ettirme çabası; seramiğin üzerinde hiyeroglifler, yazılar, figürlü sahneler, bitkisel çeşitlemeler, bezeli bordürler gibi insanın kayda geçilmiş yorumlarına sebep olmuştur. Sözünü etmek istediğim; seramiği sadece inancın değil doğanın kendisinin de etkilediğidir. Bu sayede sanat tarihi, primitif dönemde olsun Yunan ve Anadolu mekanlarında olsun serbestliğin son derece etkili kullanıldığı dönemler de geçirmiştir. Seramiğin doğa-kült ve insandaki tezahürü zinciri, serbestlik veya bunların dışındaki formel anlayıştaki görünümleri fark etmeksizin; biçim bakımından işlevsel ve dekoratif; iç görünümü itibariyle de kült ve saf doğaya bağlılığı söz konusudur. Sanat tarihi içinde seramiğin üzerinde gördüğümüz mikrokozmik düzenlemeler, mitolojik sahneler, günlük yaşama dair sahneler dahi estetiğin seramik üzerinde geliştiğini gösterse de bu eserler yine de “klasiğin” sınıfsal yerleştirmelerinden kurtulup özgün bir doğaya geçiş sağlayamamıştır. Toprağın zaman içindeki aynılığını sanata çevirerek sürekliliğini daim ettiren seramik yirminci yüzyılda bu işlevini sürdürmek için yalnızlaştırılmış ve üzerinde taşıdığı formu ve içeriği salt kendisine yüklenmiştir. Böylece klasik sanatın aidiyetliği reddedilmiş olup ancak yine klasik veya primitif pişmiş topraktan esinle süreklilik, çağdaş anlamda yorumlanmaya başlamıştır. Sanatçımız Beril Anılanmert’in işlerine de bu yönden bakmamız gerekir. Onun çağdaş seramik işleri her ne kadar günümüz toplumsal birikimiyle ve buna bağlı soyut dışavurumlarla uzam içine yerleştirilseler de özellikle 1990 yılına tarihlenen Dönüşüm serisine ait çalışmalarını seramiğin geleneksel yapısına göndermeler yapmaksızın değerlendirmemiz mânidar değildir.

Geleneksel seramiğin oluşum sürecinde doğa-kült-insan zincirinden bahsetmiştik. Aynı zamanda beğeninin de aynı zincirin etkisi altında kalmasından dolayı ikisinde de olumlu ya da olumsuz algılanabilir bir aidiyetlik var demiştik. Anılanmert’in dönüşüm serisine baktığımızda primitiften günümüze dek süregelen formun parçalanışı gözler önüne serilmektedir. İslam sanatında da kimi zaman görülebilen ve birçok coğrafyada da kendini gösteren sınırlar içindeki serbestlik bu sefer seramiğin kendisi yalnızlaştırılarak dışavurulmuştur. Dolayısıyla seramiğin kendisi aidiyetlikten arta kalan sürekliliği sahiplenerek altındaki geleneksel konik formun üstüne çağdaş yorumlamalar ve sözler getirebilmiştir. Dönüşüm serisindeki işlerinde; yukarıya doğru akan organik parçalar aidiyetlikten koparak yalnızlaşan etkinin uzuvlarıdır. Ve bu uzuvların uzama yayılmasıyla seramiğin bütünü kendisini doğaya değil yer aldığı mekana ve izleyicilerin görüş alanına değişken, yoruma açık bir alana yükseltir. Bu görünenin kendisini aitliğe sunması değil; bir nevi dengeli değilleme ile aitliği parçalayarak var olabilecek sonuçları uzama yaymak, sorgu alanına veya serbest alanın kendisine itmektir. Böylece sanatçı kült-doğa insan etkileşiminin günümüzde yarattığı doğal sonucunu koni (realist yaklaşım) ve uzama yayılan parçalar (soyut yaklaşım) ile dengeli bir şekilde dışavurmaktadır. Bu seride biçim ve anlama eşlik eden iki kavram vardır. Birincisi zıtlık yani düz ve kırıkların birlikte kullanımı ikincisi ironidir. Dönüşüm serisinde bu ikisinin de primitifini görürüz. İroniyi geleneğin görüntüsü olarak konide; karşıtlığı ise seramiğin genel hareketinden anlayabiliriz. Tabi bunu sadece dönüşüm serisinde değil 2004, 2009 ve 2011 yıllarından örnekler taşıyan Habitat serisinde olduğu gibi kübiğin üzerinde kırık parçaların dizilmesiyle oluşturulmuş seramiklerde de rastlarız. Bu iki form anlayışı, sanatçının düşüncenin bir yapıya bağlı kalınmadan farklı yollardan sonuçlar elde etme serbestliğine verdiği imkânı da bize kanıtlar. İroniyi sanatçının 2003 tarihli Kod5205 serisine ait seramiklerinde daha açık şekilde görmekteyiz. Bu sefer doğanın kendisi günlük kullanım eşyaları olurken ikonografik öğeler de bu doğanın masum öğeleri olarak karşımızdadır. Biçim olarak avangart yaklaşımların eleştirel yönü kullanılarak bağlı kaldığımız hayatın her anına tanıklık eden günlük kullanım eşyaları, masum motif ve figürlerin  yer aldığı mekan halinde izleyiciye sunulmuştur. Sanatçı eserin içinde olup bitenleri sadece göstermekle yetinir. İlişkisine ihtimal verilemeyecek nesnelerin birarada olması ise anlamsız birlikteliğin ironisi olarak güncel yaşamımıza sorulan bir soru olarak yansıtılırken aynı zamanda kültlerin yaratmış olduğu biçimlerin, parçalanmasına, esnetilmesine ve mekan değiştirmesine tanık oluruz.

2004 tarihli Siyah-Beyaz serisi ve 2008-2011 yılları arasında üretilmiş Zıtlık serisine ait çalışmalarında yer alan ters üçgen soyutlamaları ise kendi anlatısını yapmaya zorlayan kaotik karşıtlıkların sebebidir. Ve sanatçının farklı tarihlere ait işlerinde, bu kavramı farklı malzeme, zemin ve ölçekle sık sık dile getirdiği görülür. Ters üçgen biçim olarak kimi zaman  karonun önünde, o biçimi reddederek plastik etkisi ve merkezi konumuyla gözde etki bırakırken; kimi zaman da Zıtlık serisinde olduğu gibi; bir çözüme ulaşamamış kapalı kalmış bunalım, merkeziyeti aşarak genel biçim üzerinde sadece görünen olarak izleyiciye sunulur. Her ikisinde de seramik bütün olarak ahlaki bir sorunu içermekte ancak buradan güçlü bir cisim kendini var etme çabası içine girmektedir. O ne tam gözükendir; ne de büyük cisimlerle kaşımıza çıksa da içindeki kırılmalar ve karşıt renklerle bize cisminin içeriğini tam anlatandır. Kısacası bu simgelerin çözümünün, baskı altında olanın görülebilmesiyle mümkün olabileceğinin bilinmesini ister sanatçı. Belki de bu yüzden eserlerini çözmez çözülmesini ister ve uzama yayar.

Yirminci yüzyılda Picasso ve Braque’nin seramiğin geleneksel yapısını parçalayarak formları odanın bir parçası olarak değil kendi başına değerlendirip seramiğin söz söylenen konumundan söz söyleyen konumuna geçmesine yardımcı olmuştur. Bunun arkasından gelen Fernand Leger, Dufy, Lucio Fontana, gibi sanatçılar ifadelerini yine seramiği kullanarak radikal biçimlerle gerçekleştirmişlerdir.  Beril Anılanmert’in sanatı ise hem modernizmin biçim yönünden sürecini yorumlayabilecek hem de gelenekselin zincirlerini çözümleyebilecek ağırbaşlılığı yakalayabilmiştir. Bu yüzden eserlerde denge başattır. Denge aynı zamanda baskın olmayanın sürekliliğidir. Bu da söylenmek istenenin denge gerektikçe, adalet gerektikçe söylenmesi gerektiğinin vurgulanmasıdır. Bu süreç farklı tekniklerin, ölçütlerin, malzemelerin serbestliği altında başlar ve biçimlerin, simgelerin, figürlerin yerini uzamda bulana dek devam eder. Böylece seramiğin kendisine ait kelimeler, izleyici gözünde dengeli sürekliliğin güçlü temsilini oluşturur.

Oğuz Alp Dedeoğlu

Kaynakça

Daha Çok Ateş = More Fire/ Beril Anılanmert, metin: Anna Turay, Çanakkale Seramik Sanat Yayınları, 1994

5205 Kutsallığın Kitabı, metin: Emre Zeytinoğlu, Akbank Kültür Sanat Merkezi, 2003

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir