HÜLYA DÜZENLİ İLE RÖPORTAJ

h_duzenliBu acı olayların diğer tarafına baktığımızda onurlu duran insan olmakla dünyayı bu hale getiren insan arasındaki çelişkiyi anlayamıyorum.

MİNE SANAT: Serginizde iki acı olayı dile getiren işlere yer veriyorsunuz, çıkış noktanızdan bahseder misiniz?
HÜLYA DÜZENLİ: Öncelikle doğal afet meselesi üzerinde durmak gerekiyor. Hatta “Afet” meselesini konuşmak lazım… Çünkü insanın yarattığı bir nedenle de afetler oluşabilir. Sonuç olarak afet acı bir şey. Bir çok insan ömürleri boyunca süren mağduriyetler yaşıyor. Burada öncelikle yardımlaşan insanlara olan saygı ve özenin  altını  çizmem gerekiyor. Muhakkak ki çok onur duyulacak bir şey bu ve bunun zor bir şey olduğunu da deneyimledim. Sağlıkta, ulaşımda, arama-kurtarmada çalışan, psikolojik boyuta bakan hekimlerden tutun da polise kadar bu konuda her kademede çalışan insanlara saygı içinde olduğumu belirtmek isterim. Sergide yeralan işler iki yıllık bir çalışmanın ürünü. Bu fikir bende Van depreminden önce oluşmuştu.  Bu nedenle Van’da ölenlere baş sağlığı, kalanlara kolaylıklar diliyorum. Ancak bu acı olayların diğer tarafına baktığımızda onurlu duran insan olmakla dünyayı bu hale getiren insan olmak arasındaki çelişkiyi anlayamıyorum. Ve bu çelişkiye dikkat çekecek işler yapıyorum.
Afetlerde bu çelişkiyi açıkça ortaya çıkaran bir durum var. Özellikle uluslararası boyutlar için söylüyorum; diyelim ki siz bir afet anında can düşmanınıza yardıma gidiyorsunuz ya da o size yardıma geliyor. Ne kadar güzel bir şey; fakat bu işler bittiğinde yine sizin düşmanlığınız devam ediyor. Bu da traji-komik bir şey… Aslında yardıma ihtiyaç olmadan asıl olması gerekenlerin ne olduğuna dikkat çekmek için afetlerin diğer tarafına bakmak gerektiğini düşünüyorum.
Depremde ortaya çıkan saf duyguya veya onura işaret ediyorsunuz.
Çünkü afet üzerinden konuşulurken işin hep onur kısmı konuşuluyor. Halbuki arka planda örneğin savaşları nereye koyacağız. Onların sebebiyle ortaya çıkan afet durumunu nereye koyacağız.  Zaptetmeler, üstünlükler var savaşın içinde. Yalnız sadece askeri mücadele için de değil; gündelik hayatta da buna benzer durumlar var. Bu karabasanı birbirimizle olan ilişkinin küçük bir boyutundan uluslararası boyutlara kadar çekebilirsiniz. İşte o zaman nerede bu onur? Daha doğrusu ne yapalım da daha barışçıl ve kardeşliğin estiği bir dünyada yaşayabilelim.
İşlerinizde evrensel birliktelik düşüncesi var ve bu konuda yerel kültürlerden yola çıkarak birlikteliğe dikkat çektiğiniz görülüyor.
Evet, orada aynılaşmaya da ilişkin bir durum var. Bir taraftan aynı şeyi üreten aynı şeyi tüketen aynı davranan aynı söyleyen bir prototip yaratma tehlikesi var. Bir taraftan aynı olgularla beslenmek yaşamak var. Sanatın hiç sevmediği bir şey  aynılaşmak… Farklı kültürlerin kendi söylemlerini koruyarak beraber olmaya dikkat çekmek istiyorum. Mesela siz ve ben ayrıyız ama bu ayrılık içinde birlikte olmayı başarabilmeliyiz. Zaten iki toplumun da yaşadığı afet birbirinden farklıydı. Bir tarafta yıkılan ev sayısı ile diğer tarafta yıkılan ev sayısı aynı değildi. Sosyal, ekonomik ve bilimsel nokta aynı değildi. Ama çok aynı şeylerde oldu. Örneğin; bir tarafta bir nükleer santralde yangın çıkarken, diğer tarafta da rafineri yangını olmuştu. İnsanın ürettiği ve çok ihtiyacımız olan enerji ile ilgili yerler olarak problem ortaktı. Her iki bölgede de tsunami problemi vardı. Ama dediğim gibi yıkılan ev sayısı aynı değildi. Veya insanların acıyı taşıyışları, dile getirişleri, farklıydı ama acı aynıydı. Ve algılayışları da farklıydı. Dolayısıyla o farklılıklarla aynılıklar arasında ilişkiler kurmaya çalıştım. Bu konu hakkında aslında şöyle diyebiliriz: İki tarafta da birer ressam var: Birisi Gölcük’teki ressam bu minyatür ressamı bir vak’a-nüvîs gibi olayları çiziyor. Çünkü biliyorsunuz minyatür olayları tarif eden bir sanattır. Diğer tarafta ise bir estamp sanatçısı var o da bir estamp ressamı olarak kendi bölgesini çiziyor.
Çalışmalarınızda ayrıntılara inersek esinlendiğiniz materyaller veya sanatçılar var mı?
Sahneleri çizerken minyatürlerdeki bazı sahnelerden veya estamptaki bazı sahnelerden faydalandım. Örnek olarak Japon sanatçılar Hokusai ve Hiroshige’den esinlendim. Bizim minyatürcülerden de aynı şekilde esinlendim. Bunun haricinde okumalarımdan yararlandım.  Örneğin Metin And’ın kitabında depremle ilgili şöyle bir mit geçiyordu: Önce bir balık var; Balığın üstünde inek, İneğin üstünde bir kaya, kayanın üstünde melek ve onun üzerinde bir dünya var. Ve hareket ettiği zaman deprem oluyor. Bu mitte depremin sebebi açıklanmaya çalışılmış. Dolayısıyla bu görüntülerin içinde orijinalinden çalıştığım konular  da var.
Çalışmalarınızda dikkatimi çeken diğer nokta da kelebekler…
Fukuşima felaketi görüntülerindeki kelebekleri origami sanatından, Gölcük felaketini işleyen görüntülerdeki kelebekleri ise geleneksel katlama tekniğinden esinle yaptım. Çocukluğumda Anadolu da gördüğüm eşarp katlayarak yapılan hayvan figürlerini hatırlıyorum. Ben de Çanakkale’ye gittim ve bu katlamaların nasıl yapıldığını bir köylü kadından öğrendim. Geleneğimizdeki bu kumaş katlama tekniğini kullanarak Gölcüğün kelebeklerini oluşturdum. Kenarlarına ise iğne oyası işleterek yerel etkiyi kullanmak istedim. Origami de geleneksel Japon kültürünü çok iyi tarif eden bir halk sanatıydı.
İşte katlayarak yapılmış iki ayrı forma ulaşan kelebekler başka başka şeyler yaşadılar.Tuvallerde kendi yaşadıkları felaketi taşıyan bu  kelebeklerin içinde deprem görüntüleri var. Fukuşima ve Gölcük deprem görüntülerini anlatan çizim çalışmalarında ise kelebeğin zarifliği, kırılganlığı ile birleştirilmeye çalışılmış geleneksel tekstil desenlerine yer verdim.
Bu anlatım dilini, malzeme, teknik, armoni, boyut vb. biraz anlatır mısınız?
Evet malzeme ve teknik oldukça zengin. Bazı resimlerde kağıt üzerine Çin mürekkebi ile çizim, etraflarına digital tasarımlar, katlanmış kağıt ve ipek kumaş, işleme, gerçek kelebek kanatları, oyulmuş plesiglas ile gravür boyası ve son olarak yağlı boya kullandım. Tüm sergide beyaz, siyah ve kırmızıdan başka renk kullanmadım. Boyutlarda örneğin Gölcük depremini anlatan resimler A3 boyutta yani dosya kağıdı ya da kitap boyutlarının oran özelliğini koruyor. Fukişima depremini anlatan resimler ince uzun dikey boyutlarda Japon resminin oran özelliğini koruyor. Bunun dışında dikdörtgen ve kare boyutları iç içe buluyorsunuz.
Serginizin dikkat çektiği noktaya ve amacına baktığımızda bir sorumluluğu da yerine getirme isteği taşıdığını  söyleyebilirim. Örneğin satıştan elde edilecek gelirden bağış yapmayı düşünüyorsunuz sanırım.
Sanatçının çözüm öneren kişi noktasında olduğunu düşünmüyorum. Çünkü çözümü oluşturacak olan başka enstrümanlar var. Mesela teknoloji önemli bir şey: İnsanların daha rahat ve kolay iletişim içinde olabilecekleri bir telefon var elimizde. Hepimiz ne kadar mutluyuz. Ama dinlemeyi ne yapacağız? Benim hayatıma müdahale etme noktasına kadar gelen dinlemeleri oluşturan teknolojiyi ne yapacağız? Tabiki dinleme ile ilgili teknoloji bazı açılardan doğrudur. -nerede kullandığımıza bağlı…- Dolayısıyla biz bilim adamlarına kalkıp da “Bunu yapmayın, tasarlamayın!” diyemeyiz. Çünkü o tek başına değildir. Onun yanında siyasilere çok büyük iş düşüyor. Dünya görüşlerine çok ihtiyaç var. Bütün buradaki insanların hepsinin birlikte ve doğru bir şey yapıyor olması lazım ki bu sözünü ettiğimiz sonuca ulaşalım. Dolayısıyla sanatçı bir dikkat çekici olabilir. Uyaran olabilir. Tartışma açan fikirleri çoğaltan olabilir. Benim sadece böyle bir görevim olduğunu düşünüyorum.

Sorunuzun diğer yanına gelince evet, ben ve Mine Sanat Galerisi bu sergide yer alan yapıtların satışlarından elde edilecek gelirin bir bölümünü bağışlama kararı aldık. Serginin bir sosyal sorumluluk projesi özelliği oluştu. Akut’a yapılacak bu bağış ile arama kurtarma konusunda yapacakları çalışmalar için umarım bizim de bir katkımız olur.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir